15 Temmuz Sempozyumu’na katılan Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, 15 Temmuz kalkışması ile Filistin işgali arasında önemli benzerlikler olduğuna dikkat çekti. Tekin, bu benzerliklerin hem aktörler hem de uygulama açısından kendini gösterdiğini ifade etti.
Yusuf Tekin, konuşmasında, Türkiye’deki yerleşik vesayetçi geleneğin ürettiği darbe ve darbe girişimlerinden farklı olarak gelişen 15 Temmuz kalkışmasının, halkın topyekun direnişi karşısında akim kaldığını belirtti. Aynı şekilde, Filistin’de süregelen işgal, zulüm ve soykırım politikalarının da benzer bir dirençle karşılaştığını vurguladı. Tekin, 15 Temmuz ve Gazze’deki direniş ruhunun evrensel özünden bahsederken, bu özün her dönemin kendine özgü karakteri içinde açığa çıktığını, ancak temel ilke ve esasların her zaman var olduğunu ifade etti.
Haçlı Savaşları’ndan Çanakkale’ye Uzanan Mücadele
Tekin, bu kimliği “her koşulda iyiliği emreden bir itaat bilinci ve kötülükten sakındıran bir isyan ahlakı” olarak tanımlarken, haksızlık karşısında kıyama kalkan bir toplumun varlığına işaret etti. “Haçlı Savaşları’ndan Çanakkale’ye, 15 Temmuz’dan Gazze’ye dek uzanan mücadele ruhunun hepsi aynı evrensel özden neşet etmiş, aynı motivasyondan beslenmiş ve aynı kötülük odağına karşı direnmiştir” dedi. Tekin, zaman mefhumuyla kimlik olgusu arasındaki karmaşık ilişkiye dikkat çekerek, bu sürecin bireysel ve toplumsal varlığımızı nasıl temellendirdiğini anlattı.
Zaman mefhumunun yalnızca bireysel deneyimlerden ibaret olmadığını, aynı zamanda belirli bir toplumun tarihsel birikimini de içerdiğini vurgulayan Tekin, bu mefhumun objektif bir kimlik taşıdığını belirtti.
İslam Medeniyetinin Zengin Mektebı
Tekin, bir insanın bireysel yazgısının, ait olduğu toplumsal, kültürel ve coğrafi ünitenin zamansal bütünlüğü içerisinde gerçekleştiğini ifade etti. “O hakikat, asırlara sari bir müktesebatın kuşatıcılığı içinde ve çoğunlukla anonim olarak özümsenen bir geçmiş bilinci” dedi ve bu bilincin şekillendirdiği bir şimdilik-kendilik algısının varlığını vurguladı.
Bakan Tekin, bu nedenle İslam medeniyetinin büyük medeniyetlerin müntesibi olan toplumlardaki önemine de değinerek, bu toplumların yalnızca bulundukları çağın niteliklerine göre izah edilmesinin yetersiz olduğunu belirtti. “Bu tür toplumlar, insanlık tarihinin rutin akışı içinde pasif bir zamansallığı değil, ait oldukları medeniyet ikliminin zengin müktesebatını taşıyan aktif ve bilinçli bir tarihselliği temsil ederler” dedi.
Emperyalizmin Yol Açtığı Trajediler
Tekin, insan hak ve onurunu en mükemmel şekilde tesis etmenin yolunun adaletin tüm yönleriyle kurulmasından geçtiğini ifade etti. Adaletin, hak ve sorumluluk diyalektiği olduğunu belirten Tekin, İslam medeniyetinin bu dengenin nasıl oluşması gerektiğini normatif düzeyde ortaya koyduğunu açıkladı.
İslam dünyasının mevcut durumunun, medeniyetin değerlerini yaşamak ve yaşatmaktan uzak olduğunu belirten Tekin, bu uzaklığın yol açtığı trajedilerin bedelini yalnızca Müslüman toplumların değil, tüm mazlum coğrafyaların ödediğini vurguladı. Emperyal ülkelerin kurduğu sömürü düzeninin, milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine ve kitlesel göçlere neden olduğunu dile getirdi.
Küresel Sömürü Düzenine Meydan Okuma
Tekin, dünya barışını ve güvenliğini sağlamak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler’in, küresel dünyayı yöneten beş ülkenin vesayeti altında olduğunu belirtti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya, beşten büyüktür!” sözünü anımsatan Tekin, bu ifadenin küresel sömürü düzenine yönelik büyük bir meydan okuma olduğunu ifade etti.
“Bu söz, İslam dünyasının medeniyet değerleriyle arasındaki mesafenin yol açtığı trajedilerin son bulmasına yönelik bir çağrıdır. Türkiye, müntesibi olduğu zengin medeniyetten ve kadim geçmişinden aldığı ilhamla, küresel sömürü düzenine başkaldırmakta, daha adil ve özgür bir dünyanın inşası için mücadele etmektedir” dedi. Tekin, Türkiye’nin son yıllardaki siyasal, bilimsel ve teknolojik atılımlarıyla birlikte, ait olduğu medeniyet ikliminin adalet merkezli ilke ve değerlerini güçlü bir şekilde temsil ettiğini vurguladı.